KOÜ Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nihat Zafer Utkan ile kanserle savaş haftası vesilesiyle bir araya gelerek keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Utkan, erken tanıya dikkat çekerek, “Kendinize ve semptomlarınıza dikkat edin” dedi
Kocaeli Üniversitesi ( KOÜ) Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nihat Zafer Utkan ile Kanserle Savaş haftası vesilesiyle bir araya geldik. Kanserle mücadele konusunda önemli bilgiler ve tavsiyeler veren Utkan, hastalığa yakalanmamak için yapılması gerekenleri ve yakalanmış bireylerin tedavi sürecinde nelere dikkat etmeleri gerektiğini paylaştı. Prof. Dr. Utkan, ayrıca erken teşhisin önemine vurgu yaparak, toplumda kanserle mücadeleye dair farkındalık oluşturmanın gerekliliğini belirtti.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Prof. Dr. Zafer Utkan kimdir?
1983 yılında tıp fakültesinden mezun oldum. O günden bu yana üniversitelerde görev yapıyorum. Yaklaşık 30 yıldır da Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaktayım. Bu uzun meslek hayatım boyunca tıp fakültesindeki çeşitli eğitim komisyonlarında görev aldım, başkanlık yaptım. Aynı zamanda yaklaşık 9 yıl boyunca dekanlık görevini yürüttüm. Şu anda Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı olarak hem lisans hem de uzmanlık öğrencilerinin eğitiminden sorumluyum. Bunun yanı sıra cerrahi alanda hasta tedavilerine de aktif olarak devam ediyorum.
“30 AĞUSTOS’TA DOĞDUĞUM İÇİN ADIM ZAFER”
Muğla Köyceğiz doğumluyum. Doğum günüm 30 Ağustos Zafer Bayramı’na denk geldiği için adım da “Zafer” konmuş. Gerçek adım Nihat Zafer. Ailem bana genellikle Nihat der ama “Zafer” ismi özel bir anlam taşıdığı için bu isimle anılmak da ayrı bir gurur kaynağı.
“1995’TE KOÜ’YE GELDİM”
Eğitim hayatıma gelince; liseyi Zonguldak’ta tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitimime başladım. YÖK kurulduktan sonra son sınıfımı Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde bitirdim. Mecburi hizmetimi Ordu Aybastı’da yaklaşık iki yıl sürdürdüm. 1985-1995 yılları arasında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde çalışarak doçentlik aşamasına kadar geldim. 1995 yılından bu yana ise Kocaeli Üniversitesi’nde akademik kariyerime devam ediyorum.
Kanserle Savaş Haftası kapsamında sizce toplumun en çok bilinçlenmesi gereken konular nelerdir?
Aslında yıl boyunca çeşitli etkinliklerle farkındalık yaratmak mümkün. Ancak bu durum zamanla bir duyarsızlığa, bir tür “farkındalık körlüğüne” yol açabiliyor. Bu nedenle, hem dünyada hem de ülkemizde belirli günler ve haftalar aracılığıyla kanser gibi önemli sağlık sorunlarına dikkat çekmek daha etkili oluyor. Örneğin 4 Şubat Dünya Kanser Günü, 1-7 Nisan tarihleri arasında ise Kanserle Savaş Haftası olarak tanımlanıyor. Bunların yanı sıra belirli kanser türleri için de özel tarihler belirlenmiş durumda. Ekim ayı meme kanseri farkındalık ayı olarak anılıyor, 16 Ekim ise Meme Kanseri Farkındalık Günü.
“TOPLUMUN BİLİNÇ DÜZEYİNİ ARTIRMAYI AMAÇLIYORUZ”
Bu özel günlerin temel amacı, belli bir konuya yoğunlaşarak toplumun o alandaki bilgi düzeyini artırmak ve erken teşhisin önemini hatırlatmak. Bizler de çalıştığımız kurumlarda ve şehir genelinde çeşitli paydaşlarla özellikle belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte etkinlikler düzenliyoruz. Bu etkinliklerde halkla bir araya gelerek, hastalığın uzmanlarıyla birebir temas kurmalarını, merak ettikleri soruları sormalarını ve doğrudan bilgi almalarını sağlamaya çalışıyoruz. Kanserle Savaş Haftası kapsamında da en sık karşılaşılan kanser türleri üzerinden toplumun bilinç düzeyini artırmaya yönelik çalışmalar yürütüyoruz.
3. Günümüzde en sık rastlanan kanser türleri hangileridir? Hangi yaş grupları daha fazla risk altında?
Bugün 200’ün üzerinde kanser türü tanımlanmış durumda. Bunların bazıları çok sık, bazıları ise oldukça nadir görülüyor. Ancak tüm bu kanser türlerine aynı anda dikkat çekmek ve toplumu bu kadar geniş bir yelpazede bilgilendirmek pratik olarak mümkün değil. Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi biz de genellikle daha sık rastlanan ve toplumda en çok görülen kanser türlerine odaklanıyoruz. Bu noktada cinsiyet farkları, coğrafi koşullar, ırksal özellikler ve beslenme alışkanlıkları gibi pek çok etken belirleyici oluyor.
“KADINLARDA EN SIK MEME KANSERİ GÖRÜLÜYOR”
Ülkemiz özelinde değerlendirdiğimizde, kadınlarda uzun yıllardır en sık görülen kanser türü meme kanseri. Kadın kanserlerinin yaklaşık %25 ila %30’unu oluşturuyor. Dünya genelinde de benzer bir sıklıkla görülüyor ve hala ilk sıradaki yerini koruyor. 2010’lu yıllardan itibaren ise tiroit kanserlerinin ülkemizde ciddi bir artış gösterdiğini görüyoruz. Bu kanser türü, dünya literatüründe 5. ya da 6. sıralarda yer alırken Türkiye’de daha ön sıralarda.
“ERKEKLERDE İSE EN SIK PROSTAT KANSERİ GÖRÜLÜYOR”
Erkeklerde ise en sık rastlanan kanser türleri sırasıyla prostat kanseri, kolon-rektum kanseri ve akciğer kanseri olarak öne çıkıyor. Bu sıralama, dünya geneliyle de büyük oranda örtüşüyor.
“Erken teşhis hayat kurtarır” diyoruz. Peki, halkımız belirtileri fark etmek ve harekete geçmek konusunda ne kadar bilinçli?
Aslında bu röportajlar, basınla yaptığımız iş birlikleri, verdiğimiz konferanslar ve düzenlediğimiz etkinlikler halkın bilinç düzeyini artırma çabamızın bir parçası. Ancak bu tür farkındalık çalışmalarına hâlâ ihtiyaç duyuyor olmamız, bilinç düzeyinin yeterince artmadığını da gösteriyor. Bu noktada sadece biz sağlık profesyonellerine değil, siz basın mensuplarına da büyük görev düşüyor. Görsel ya da yazılı basında bu konuların daha fazla yer alması, çok daha geniş bir kitleye ulaşılmasına olanak sağlıyor.
“BÜYÜK AVANTAJ SAĞLIYOR”
Erken teşhisin hayat kurtardığı gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, düzenli sağlık taramalarının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Hastalık henüz belirti vermemişken, rutin kontrollerde saptanması bize çok büyük avantaj sağlıyor. Örneğin meme kanserinde, hiçbir şikâyeti olmayan kadınların periyodik olarak yapılan muayene ve yaşa uygun radyolojik incelemelerle erken evrede tanı alması mümkün. Bu da hastalığın yayılmadan, hatta organ kaybı yaşanmadan tedavi edilmesine olanak tanıyor. Böylece vücut bütünlüğü de büyük ölçüde korunmuş oluyor.
“TARAMALAR ÇOK KRİTİK”
Benzer şekilde kolon-rektum kanseri açısından da durum aynı. Bir aydan uzun süren dışkıda kanama gibi belirtiler ihmal edilmemeli. Ancak bu belirtiler oluşmadan da, özellikle 50 yaş ve üzeri bireylerde, hatta ailesinde kolon kanseri öyküsü bulunan kişilerde daha erken yaşlarda kolonoskopi veya gaitada gizli kan testleriyle tarama yapılması çok kritik. Bu sayede hastalığı erken evrede yakalayarak, cerrahi ya da medikal tedaviyle tamamen ortadan kaldırmak mümkün olabilir.
“BİRİNCİL KORUMA ÇOK ÖNEMLİ”
Elbette sadece erken teşhis değil, kanserin hiç ortaya çıkmaması yani birincil koruma da çok önemli. Örneğin sigara alışkanlığı, akciğer kanseri riskini ciddi oranda artırıyor. 2005 yılında yürürlüğe giren kapalı alanlarda sigara içme yasağıyla birlikte, akciğer kanseri oranlarında %5-6 oranında bir azalma gözlemlendi. Ancak sadece sigara içmek değil, pasif içicilik dediğimiz, sigara içilmeyen bireylerin dumana maruz kalması da ciddi bir risk faktörü. Bu nedenle toplumun bu konuda da daha fazla bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Bir doktor olarak değil de bir insan olarak baktığınızda, sizi en çok etkileyen hasta hikayesi neydi?
20 binin üzerinde ameliyat gerçekleştirdim. Elbette beni derinden etkileyen çok fazla hasta hikayesi oldu. Ancak en çok zorlayan durumların başında, hastaların bize ulaşmakta yaşadığı zorluklar geliyor. Bu noktada teknik kapasitenin sınırları da karşımıza çıkıyor; hastane altyapısı, poliklinik ve ameliyathane imkanları, yoğun bakım yatak sayısı gibi faktörler zaman zaman tedavi sürecinde gecikmelere yol açabiliyor. Bu da vicdanen bizi en çok yoran durumlardan biri oluyor.
“VİCDANLA YAKLAŞMAK GEREKİYOR”
Çünkü burada yalnızca hekimlik değil, insanlık devreye giriyor. Belki dışarıdan mekanik bir sistem gibi görünüyoruz ama inanın, o duygusal bağımızı hiç kaybetmiyoruz. Bize ihtiyaç duyan bir hastaya sadece teknik bilgiyle değil, vicdanla yaklaşmak gerektiğine inanıyorum.
“EŞİT İLGİ GÖSTERİYORUZ”
Kanser tanısı almış bireylerin ruhsal olarak zaten oldukça yıprandığını görüyoruz. Kimi zaman en iyi niyetli yaklaşımlar bile hastalar tarafından farklı algılanabiliyor. Bu nedenle bizlerin görevi, ürkütmeden ve umut vererek, kanserin tedavi edilebilir bir durum olduğunu hastaya hissettirmek. Elbette her hastanın sosyal, ekonomik ve eğitsel koşulları farklı. Ama biz bu çeşitliliğe rağmen herkese eşit ilgi göstermeye çalışıyoruz. Aslında biz, kanser hastalarının yalnızca sağlık sorunlarına değil, hayatlarına da dokunuyoruz. O hastaların hayatına, bir aile bireyi gibi dahil olduğumuzda ve bize güvendiklerinde, bu tedavi sürecinin ne kadar kolaylaştığını çok net görebiliyoruz.
Kanserle savaşta psikolojik dayanıklılık sizce ne kadar önemli? Umudunu kaybetmiş bir hastaya neler söylerdiniz?
Bu, aslında çok önemli bir konu. Çünkü bu mücadele, bir çırpıda tamamlanabilecek bir süreç değil. Bu süreçte cerrahi müdahaleler, tıbbi onkolojik tedaviler, radyasyon uygulamaları gibi birçok adım yer alıyor. Hatta zaman zaman vücut imajında değişikliklere yol açtığı için plastik cerrahinin de devreye girmesi gereken durumlar olabiliyor.
“PROFESYONEL DESTEK GEREKEBİLİYOR”
Tüm bu süreci sağlıklı şekilde yürütebilmek için hastanın psikolojisinin güçlü olması, tedavi programına uyum sağlayabilecek kadar dayanıklı olması son derece önemli. Elbette bu noktada bizim yaklaşımımız, kullandığımız dil, neyle karşı karşıya olunduğunu anlatırken hastanın ruh halini ve eğitim durumunu gözetmemiz çok belirleyici oluyor. Ancak bazen bu da yeterli olmayabiliyor. Böyle durumlarda, profesyonel destek alarak bir psikiyatri uzmanına yönlendirmemiz gerekebiliyor.
“BİRLİKTE YÜRÜME DUYGUSUNU AŞILIYORUZ”
Daha önce de belirttiğim gibi bu, uzun bir süreç. Hastanın tüm tedavi adımlarını aksatmadan tamamlaması halinde her şeyin yolunda gitmesi elbette bir temenni, bir garanti değil. Ama biz, doğru yerde olduklarını, doğru işlemler yapıldığını ve bu süreci birlikte, en iyi şekilde yürüteceğimizin güvenini hastaya mutlaka hissettirmeliyiz. Bu sahiplenme ve birlikte yürüme duygusu, hastanın tedaviye olan inancını da güçlendiriyor.
“UMUDU DİRİ TUTMALIYIZ”
Kadın, erkek, genç ya da yaşlı fark etmeksizin, kimi zaman psikiyatriden profesyonel destek alma ihtiyacımız doğabiliyor. Ama esas olan; bizlerin hastaya doğru mesajı verebilmesi, umudu diri tutabilmesi ve onu bu yolculukta yalnız bırakmamasıdır.
Son yıllarda kanser tedavisinde yaşanan bilimsel gelişmeler umut verici. Cerrahinin bu süreçteki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her vakada cerrahi müdahale gerekmez, ancak temel anlamda kanser tedavisinde cerrahi, tıbbi onkoloji, kemoterapi ve endokrin tedavisi uygulayan uzmanlar ile ışın tedavisi (radyoterapi) uygulayan onkologların yer aldığı bir tedavi süreci söz konusu. Bu tedavi şekli, birden fazla disiplini bir araya getiren bir yaklaşımı ifade ediyor. Bazen radyoterapi gerekli olmayabilir, bazen de kemoterapi askıya alınabilir, vaka evresine göre cerrahi müdahaleler de farklılık gösterebilir.
“YENİ ÇALIŞMALAR BÜYÜK ÖNEME SAHİP”
Tıbbi tedavilerde, örneğin meme kanseri gibi bazı organ kanserlerinde büyük ilerlemeler kaydedilmekte. Üretilen yeni ilaçların yan etkilerini azaltma çabaları, hastaların bu tedavilere uyumunu artırma yönündeki çalışmalar büyük bir öneme sahip. Ayrıca, yeni moleküller ve daha duyarlı hedefe yönelik tedaviler de devreye girmiştir. Bu tedaviler, yalnızca kanser hücrelerine odaklanarak, normal dokulara daha az zarar verir ve hastalar için daha az sarsıcı tedaviler sunar.
“SEVİNDİRİCİ BİR GELİŞME”
Ancak her hasta için bu tedavi yöntemleri geçerli olmayabilir. Tedavi, hastalığın tipi, evresi ve patolojik değerlendirme gibi faktörlere göre farklılık gösterir. Son yıllarda, önceden cerrahi müdahale için uygun görülmeyen hastalarda ilaçlarla evre küçültme işlemi yaparak cerrahi müdahale şansı yaratmak oldukça yaygınlaşmıştır. Bu durum sevindirici bir gelişme.
“KİŞİYE ÖZEL TEDAVİLER YAPILIYOR”
Tüm tedavi planları, hastaların yaşları, boyları, kiloları, genel sağlık durumları, sistemik hastalıkları ve kanserin evresi gibi etkenlere göre bireysel olarak değerlendirilmelidir. Global olarak her hastada aynı tedavi yöntemlerinin uygulanması söz konusu değildir. Bu nedenle, her hasta için tedavi süreci, disiplinler arası toplantılarda belirlenir ve kişiye özel tedavi planı yapılır. Bu yaklaşım, kanser tedavisinde daha olumlu sonuçlar elde edilmesini sağlar.
Kansere yakalanmamak ya da riskleri azaltmak için insanlar hayatlarında hangi alışkanlıkları değiştirmeli?
Bu gerçekten zor bir soru. Kansere yakalanmamak için alışkanlıklardan vazgeçmek bazen kolay olmasa da, bir tıp mensubu olarak birkaç önerim var. Artık bilimsel olarak kanıtlanmış bazı faktörler var ki bunları tekrar tekrar dile getirmemiz önemlidir.
“BİRİNCİL KORUNMA GEREKİYOR”
Önleyici tedbirler, yani birincil koruma, sigara ve tütün kullanımını içermektedir. Sigara içmek, sadece akciğer kanseri ya da gırtlak kanseri gibi hastalıklarla ilişkilendirilmez. Sigara dumanı, vücutta birikerek mesane tümörü, mide tümörü, pankreas kanseri gibi daha nadir organ kanserlerine de yol açabilir. Bu yüzden sigara içmenin, akciğer kanseri riskini artırdığı gibi diğer kanserlere de zemin hazırladığını unutmamalıyız.
“GÜNEŞ IŞINLARINA DİKKAT”
Bir diğer önemli faktör, güneş ışınları ve ultraviyole ışınlarına aşırı maruz kalmamaktır. Yazın çoğumuz güneşlenmeyi severiz, ancak güneş ışınlarına uzun süre maruz kalmak ciltte olumsuz değişikliklere yol açabilir. Özellikle deri altındaki benler (nevüsler) zamanla değişebilir. Bu nedenle ultraviyole ışınlarından korunmak ya da güneş ışığının altında fazla vakit geçirmemek, cilt kanseri riskini azaltabilir.
“AŞILAR YAPILMALI”
Kanserin önlenmesiyle ilgili aşılar da önemli bir yer tutuyor. Örneğin, hepatit aşıları, karaciğer enfeksiyonunu önleyerek karaciğer kanseri riskini azaltabilir. Ayrıca, rahim ağzı kanserinin önlenmesi için HPV aşıları giderek daha yaygın hale gelmektedir. 12-13 yaşlarındaki çocuklara yapılan bu aşılar, ileride oluşabilecek rahim ağzı kanserini engellemeye yardımcı olabilir.
“ERKEN TANI ÖNEMLİ”
Erken tanı, kanserin önlenmesi kadar önemlidir. Her ne kadar kanseri önleyemesek de, bazı kanserlerin erken tanısı mümkündür. Örneğin, meme kanseri riski taşıyan kadınların, hiçbir şikayet olmasa bile belli yaşlarda düzenli meme muayenesi ve uygun radyolojik incelemeler yaptırmaları önemlidir. Sağlık Bakanlığı, KETEM adı verilen kanser tarama merkezleriyle, bu tür taramaları yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Devletin bu kolaylıkları sayesinde, kişi doktoruna gitmeye gerek duymadan, meme kanseri gibi hastalıkları erken aşamalarda tespit etme imkânı bulabilir.
“BAZI SEPTOMLAR GÖRÜLEBİLİYOR”
Ayrıca, bazı semptomlar kanserin erken belirtileri olabilir. Örneğin, birkaç aydan uzun süre iyileşmeyen cilt yaraları, idrarda kan görme, prostat problemi gibi durumlar, önemli bir sorunun habercisi olabilir. Benzer şekilde, dışkılama alışkanlıklarında ani değişiklikler de sindirim sistemi kanserlerine işaret edebilir. Bu tür belirtiler uzun süre devam ediyorsa, mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurmak, erken tanı ve tedavi açısından faydalı olabilir.
Tıp bilimi kadar insan sevgisinin de önemli olduğu bu meslekte hastalarınızdan öğrendiğiniz en önemli ders neydi?
Tıp fakültesindeki öğrencilerimize söylediğimiz bir misyonumuz var: “Önce insan, sonra hekim.” Bu aslında derin bir anlam taşıyor. Bizler duygusal insanlarız ve millet olarak insanımızla özdeşleşiyoruz. Onları dinlemek, hissettiklerini önemseyerek yanlarında olmak çok değerli. Bu, hasta-hekim ilişkisini güçlendiriyor ve işimizi kolaylaştırıyor. Hastalarımızın bazıları internete ulaşabiliyor ve farklı bilgileri öğrenebiliyor, bazen bu bilgiler eksik ya da yanlış olabiliyor. Bu durumda, onları düzeltmek ve doğru bilgiyi sağlamak işimizi kolaylaştırıyor. Sonuç olarak, onlara dokunmak, dinlemek ve hissettiklerini önemsemek her zaman anlamlı bir yaklaşım olur.
Son olarak, bu özel haftada hem kansere yakalanmaktan korkan sağlıklı bireylere hem de kanserle mücadele edenlere ne mesaj vermek istersiniz?
Bu haftayı vesile kılarak hem kanser tedavisi gören hastalarımıza hem de tedaviyi atlatmalarına rağmen düzenli periyodik hekim kontrollerine devam edenlere birkaç şey söylemek isterim. Bu tür takipler, olası tekrarları engellemek adına çok önemli. Ülkemiz ve özellikle şehrimizde, kanser tedavisi konusunda çok iyi bir noktaya gelindiğini söyleyebilirim. Kanser tedavisinde devletin de büyük katkıları var; KETEM gibi tarama programlarıyla, daha önce hiç hastalık belirtisi göstermeyen kişilere bile erken tanı konulabilmektedir. Örneğin, 40 yaş üstü bireylerin meme kanseri taraması, rahim ağzı taraması, 50 yaş ve üzeri kişilerin dışkıda gizli kan testi gibi basit yöntemlerle çok erken evrede kanser yakalanabiliyor. Bu imkanlardan yararlanmak çok önemli. Ancak ülkemizde bu tarama yöntemlerine katılım oranı maalesef yüzde 30-35 civarında. Dünya genelinde başarılı olmak için hedef popülasyonun yüzde 80-90’ına ulaşılmalıdır. Dolayısıyla bizlerin bu konuda daha fazla duyuru yapması, halkı bilgilendirmesi gerekiyor. Kanserle mücadele eden bireyler içinse, cerrahi ve onkoloji tedavi alanlarında son derece yetkin uzmanlar ve kurumlarımız mevcut. Belki çok sık tekrarlıyoruz ama hep aynı kapıya çıkıyoruz. Erken teşhis, kanserle mücadelede en kritik adımdır. Lütfen kendinize ve semptomlarınıza dikkat edin.