Sosyal medya profillerine baktığınızda her şey çok etkileyici görünür: Ultra profesyonel pozlar, “networking” dolu etkinlikler, başarı hikâyeleri, ilham verici sözler... LinkedIn'de dolaşırken herkes birer lider, birer stratejist, birer girişimci. Ama iş hayatında gerçek sahneye çıkıldığında bazı oyuncuların rol yapmaktan öteye gidemediği ortaya çıkıyor.
Kendini “danışman”, “eğitmen”, “uzman” gibi sıfatlarla tanıtan ama ne alanda danışmanlık verdiği meçhul olan, üç-beş seminerle kariyer inşa ettiğini düşünen pek çok kişi var artık. Oysaki iş dünyası, algoritmalara değil emeğe, parıltıya değil sürekliliğe, pozlara değil sonuçlara bakıyor. Sosyal medyada yıldız gibi parlayan bazı profiller, ofis ortamına girdiğinde ya da bir krizi çözmek zorunda kaldığında adeta fosforunu yitiriyor.
Bu durum yalnızca sahte bir imajla ilgili değil, aynı zamanda öz benliğinden uzaklaşmanın, sosyal medyada beğeniye göre şekillenmenin bir sonucu. Herkes kendini “marka” gibi pazarlamaya çalışıyor ama içi dolu olmayan bir markanın ömrü uzun olmuyor. İlk toplantıda, ilk sunumda, ilk kriz anında gerçekler gün yüzüne çıkıyor.
Halbuki gösterişe değil, samimiyete ihtiyaç var. Süslü cümleler yerine sade ama etkili iletişime, etiketler yerine içeriğe, pozlara değil üretime değer verilen bir ortamda fark yaratılır. Sosyal medyada “mükemmel” görünen insanların bir kısmı, aslında gerçek dünyada “yetersizliklerini” saklamak için bir perde arkasına sığınıyor.
Bu yüzden, ne gördüğümüze hemen inanmalı, ne de her paylaşımı referans saymalıyız. Gerçek profesyonellik, sadece görünürde değil, eylemde; sadece yazıda değil, uygulamadadır.
Sonuçta sahte ışıltılar, ilk fırtınada söner. Kendi ışığını üretenlerse, her ortamda parlamaya devam eder.