Taşların diliyle konuşan adam!

Araştırmacı- Yazar Alaaddin Aladağ Şehir Sohbetlerinde bugün Arkeolog, profesyonel turist rehberi ve belgesel yapımcısı Ümit Işın’ı konuk etti.  Işın Amerika’da ilkokula başladı, Anadolu’nun antik kentlerinde arkeolojiye âşık oldu. Kazılarda geçen yıllar, rehberlik anıları, belgesel serüveni ve arkeolojinin geleceğine dair görüşleriyle Ümit Işın, geçmişin izlerini bugüne taşıyan bir kültür elçisi..

Ümit Işın kimdir?  Bize hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz?

Merhaba ben Ümit Işın 1963 Ankara doğumluyum. İlk öğrenimime babamın işi dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde başladım, daha sonra TED Ankara koleji ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünden 1987 yılında mezun oldum. On yıl çeşitli kazılarda çalıştım; doğuda Habibuşağı kurtarma kazıları, Dalyan Kaunos ve Finike’de Arykanda kazılarında özellikle uzun zaman çalıştım. 1987 yılından bu yana profesyonel turist Rehberliği de yapmaktayım. 2013 2018 yılları arasında TRT’de yayınlanan zor yollar yapımına zaman zaman danışmanlık yaptım. 2019 2023 yılları arasında da TRT 2 adına Anadolu Arkeolojisi 143 bölüm ve Hafir 13 bölüm program yaptık.

Arkeolojiye ilgi duymaya nasıl başladınız? Bu alana yönelmenizi sağlayan belirli bir deneyim veya anı oldu mu?

Babam 1978 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kurmak üzere 4-5 arkadaşıyla Ankara’dan Antalya’ya geldi, ben de böylelikle tatillerde Antalya’ya sık gider oldum. Babam ve arkadaşları lise çağlarında iken beni her hafta sonu bir antik kente götürmeye başladılar böylece arkeoloji merakım doğdu ve lise son sınıfa geldiğim zaman üniversite tercihlerimi sadece arkeoloji olarak kullandım.

Çalışmalarınızda en çok hangi dönem veya uygarlıklarla ilgileniyorsunuz? Bunun nedeni nedir?

Eğitimim Klasik Arkeoloji, yani genel olarak Milat’tan önce birinci bin demir çağı.  Yunan ve Roma dönemi diyebiliriz. Ancak okuduğum bölümün adı Klasik Arkeoloji ve Çağdaş Anadolu Arkeolojisi idi, bu bakımdan Anadolu’nun yerli halkları ve yerli uygarlıkları, özellikle Likyalılar, Karyalılar, Pisidialılar özel ilgi alanım. Batı uygarlığının yaratılmasında Anadolu’nun yadsınamaz önemli katkısını delilleriyle ortaya çıkararak bunları yerli yabancı herkese anlatmaya çalışıyorum.

Arkeolojik kazılar sırasında en unutulmaz deneyiminiz ne oldu? Hangi buluntular sizi en çok heyecanlandırdı?

Bizim için tarihsel kesinliği olan buluntular son derece önemlidir. Bu bakımdan kazılarda bulduğumuz ve kesin tarih veren buluntular en heyecanlı buluntulardır. Mesela Arykanda’da çalışırken Tunç Çağan’a ait bir taş balta bulmuştuk ve bu çok heyecan vericiydi. Yine Likya bölgesinde yaptığımız gezilerde daha önce bilinmeyen Likya kaya mezarı ve üzerinde Likçe yazıtlar bulunan bir başka kaya mezarı bulmuştuk ki sanırım bu bizi en çok heyecanlandıran buluş olmuştur.

Türkiye'nin farklı bölgelerinde gerçekleştirdiğiniz kazılar arasında sizi en çok etkileyen yer neresiydi? Bu bölgenin arkeolojik açıdan önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Doğuda çalıştığım kazılarda 1983 yılında daha gençlik yıllarımda Doğu Anadolu’yu tanıma fırsatım olmuştu. O zaman Gap projesi de olmadığından doğu Anadolu Orta Çağ yaşar gibiydi ve Cumhuriyetin kazanımları kendini açıkça hissettiriyordu. Orada yepyeni ve daha önce hiç bilmediğim bir hayat tarzı öğrendim. Likya da Arykanda‘da uzun yıllar çalıştım ve Likyalıların Anadolu’nun yerli bir halkı olduğunu öğrendim. Arykanda tüm Likya’nın siyasetine, ekonomisine, tarihine ışık tutan bir kent. Ayrıca değerli hocamız rahmetli Prof. Dr. Cevdet Bayburtluoğlu’nun başarılı kazıları ile ortaya çıkartılmış dört tane hamamı olan, tiyatrosu, meclisi ve konser salonu ayrı olarak inşa edilmiş ticari ve devlet agorası, stadionu ile tam bir polis kenti olması bakımından son derece önemlidir.

Son yıllarda arkeolojik alanlarda teknoloji kullanımının arttığını görüyoruz. Dijital araçlar ve yapay zeka gibi teknolojiler arkeolojiye nasıl bir katkı sağlıyor?

Teknoloji, arkeolojinin ayrılmaz bir parçasıdır. Arkeoloji teknik bir bilim dalı olduğundan zaten her zaman mimarlık mühendislik gibi birçok farklı bilim dalı ile beraber çalışmıştır, yani multi disiplinler bir alandır. Bu bakımdan teknolojinin ilerlemesi, mimari çizimlerin daha hassas hale gelmesi, gelişen teknoloji ile laboratuvar analizlerinin çok daha sağlıklı ve hızlı yapılıyor olması ve yapay zeka ile daha çok veri taranarak daha çok bilgiye daha hızlı ulaşılması arkeolojiye çok önemli katkılar sağlıyor. Ancak elbette bütün bunlar çalışmanın başında bunları bilimsel olarak yorumlayacak değerli bir bilim insanı varsa bir anlam kazanıyor, yoksa yapay zeka gibi teknolojiler arkeolojide asılsız ve gerçek olmayan çizimlere ve bilgilere de insanların maruz kalmasına neden olabiliyor.

Kazıların sürdürülebilirliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Arkeolojik sit alanlarının korunması ve gelecek nesillere aktarılması için neler yapılmalı?

Arkeoloji aslında bir kazı bilimi değildir, kazılar arkeolojiye yardımcı olan bir çok teknikten bir tanesidir. Ancak ne yazık ki günümüzde turizm ağırlıklı olarak arkeoloji alan açmak, hafriyat yapmak, sütunları tiyatroları restore etmek, çeşmelerden su akıtmak olarak algılanıyor. Oysa bu restorasyonlar eğer düzgün yapmazlar ise sürdürülebilir değillerdir. 40- 50 yıl içinde yapılan bu restorasyonlarda ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır. Arkeolojinin sanat tarihinden farkı, eserlerin niteliklerine aldırış etmemesidir. Bir arkeolog için bir seramik parçası da birdir muhteşem güzellikteki bir heykel de birdir. Elbette turizm için arkeolojik alanlara bu kadar yatırım yaparken turistlerin gezmediği sapa yerlerde kalmış antik kentler aynı anda yoğun bir yağma ve tahribata maruz kalmaktadırlar ve bunların korunması için ne yazık ki hiçbir ciddi önlem alınmamaktadır. Arkeolojik SİT alanları turizme yatkın olsun olmasın aynı oranda değerlendirilmeli ve aynı şekilde korunmalıdır, yoksa gelecek nesillere hem sorunlu restorasyonlarla yıpranmış yapılar hem de yoğun olarak tahrip olmuş SİT alanları miras bırakacağız ne yazık ki.

Türk arkeolojisinin uluslararası alanda tanınması hakkında ne gibi adımlar atılabilir? Arkeolojik mirasımızı dünyaya nasıl daha iyi tanıtabiliriz?

Türk arkeolojisi aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupa’da ve dünyada çok iyi tanınıyordu. 1990’lı yılların sonuna kadar uluslararası sahada Ekrem Akurgal, Halet Çambel, Arif Müfit Mansel ve Jale İnan gibi daha bir çok değerli hocamız bütün dünyaya konferanslar vermeye gidiyorlardı. Aslında Anadolu, batı medeniyetinin önemli bir beşiği sayıldığı için burada çalışan pek çok bilim insanı hala uluslararası düzeyde Türkiye’yi temsil ediyorlar. Ancak son yıllarda artan popülist arkeoloji bilimsel yayınlardan çok popüler işlerle maalesef meşgul olduğundan diyebiliriz ki özellikle son on yılda Türk arkeolojisi uluslararası alanda daha az tanınır oldu.  Bunun bir nedeni de yabancı arkeologların Türkiye’deki kazılarının son yıllarda azaltılması oldu. Bu aslında iyi bir şey gibi görünse de bilim uluslararası ve evrensel bir olgudur ve yabancı kazılar Türk öğrencilere yıllardır yurt dışında burs sağlıyorlar bilgi alışverişi sağlıyorlar ve elbette önemli bütçeler sağlıyorlar. Türk arkeolojisinin daha çok uluslararası multidisipliner çalışmalar haline gelmesi gerekiyor.

Arkeolojik buluntuların halkla buluşturulması çok önemli. Müze sergileri ve arkeolojik alanların kamuya sunulması konusunda neler yapılabilir?

Aslında son yıllarda Kültür bakanlığı müzecilik konusunda çok olumlu adımlar attı. Bir çok yeni müze açıldı ve eski müzeler yenilendi, teşhir salonları çağdaş ve modern bir anlayışa getirildi. Bununla beraber Türkler de arkeolojik sit alanlarını daha çok gezmeye başladılar. İlk okuldan başlayarak okul ve yerli tur gruplarını bir çok ölen yerinde daha sık görmeye başladık ki bu çok olumlu bir gelişme. Yine televizyon ve sosyal medyada arkeoloji ile ilgili artık daha fazla yayınlar var ve bütün bunlar arkeoloji ve halkın buluşması bakımından son derece önemli adımlar.

Arkeologların, toplumda ve medyada doğru bir şekilde tanınmadığı bir gerçek. Arkeolojiyi ve arkeologları halkla daha sağlıklı bir şekilde tanıştırmak için neler önerirsiniz?

Arkeologlar geleneksel olarak biraz halktan kopukturlar ve bu durum arkeologlar tarafından da zaman zaman dile getirilen bir gerçek. Birçok bilim insanı da uğraştıkları bilim dalını bilimsel çevrelerle paylaşmaya özen gösteriyorlar ki bu da aslında olması gereken bir durum.  Ancak yeni nesil diyebileceğimiz arkeologlar ve kazı başkanları çalıştıkları ören yerlerini halka tanıtmak için birçok faaliyette bulunuyorlar. Televizyon ve sosyal medyanın da arkeologlar tarafından daha yoğun kullanılması ve televizyon kanallarının ve dijital platformların arkeolojik belgesellere daha çok yer vermesi ile toplumda arkeoloji ve arkeologlar daha çok tanınır hale gelecektir.

Anadolu Arkeolojisi programını sunmaya nasıl karar verdiniz? Arkeoloji ve televizyon dünyasını birleştirmenin sizin için anlamı nedir, bu program aracılığıyla izleyicilere ne tür bir mesaj vermek istiyorsunuz?

Aslında Anadolu arkeolojisi biraz tesadüfen gelişti. Bizim turlarımıza çekim yapmak amacıyla gelen yönetmen bir arkadaşımız bu tür programların televizyonda beğenilerek izleneceğini düşünerek bir tanıtım filmi çekti ve yeni kurulmuş olan kültür ve sanat ağırlıklı TRT 2 kanalının müdürü ile görüşme fırsatımız olunca bu belgesellerin televizyonda yayınlanma olanağı ortaya çıktı. Aslında zaten arkeolog ve rehber olarak 40 yıla yakın bir süredir yerli ve yabancı misafirlere Anadolu arkeolojisini tanıtıyorduk. Televizyon sayesinde çok daha geniş kitlelere ulaşma imkanımız oldu. Bilimsel anlatımın yanında rehber olarak yaptığımız gibi konuya ilgisi olmayan kişilerin de anlayabileceği bir dilde anlatmaya çalıştık ve sanırım bu başarılı oldu. Bu projeyi yaparken iki amacımız vardı; birincisi Türkiye’nin zengin arkeolojik değerlerini geniş kitlelere tanıtmak, ikincisi de çekim yaptığımız yıllara ait bir dijital arşiv oluşturmaktı ve bunu da başardık sanıyorum.

Anadolu'nun farklı bölgelerinde yapılan kazıların her biri çok değerli ve çeşitli. Programınızda, izleyicilere en çok hangi arkeolojik keşifleri veya bölgeleri tanıtmaktan keyif alıyorsunuz?

Anadolu gerçekten de bütün insanlık tarihini en nitelikli örnekleri ile takip edebileceğimiz eşsiz bir coğrafya. Bu bakımdan programlarımızı yaparken hem değişik dönemlere değinmeye çalıştık hem de özellikle Anadolu arkeolojisine ve batı medeniyetinin oluşmasında Anadolu uygarlıklarının yoğun katkısını anlatabileceğiz yerleri seçmeye çalıştık. Bunun yanı sıra çok az kişinin gittiği ama muhteşem güzellikteki ve az bilinen antik kentleri de hem arşiv olması hem de tanıtılması bakımından tanıtmaya çalıştık. En çok keyif aldığım antik şehirler dağlarda kalmış, yolu izi olmayan, çok az kişinin bildiği ve hemen hiç kimsenin gitmediği ama görecek ve anlatacak önemli buluntuların olduğu yerlerdir.

Arkeolojiyi bir televizyon programı aracılığıyla geniş kitlelere tanıtmak, genellikle uzmanlık gerektiren bir alanı daha anlaşılır hale getirmek anlamına geliyor. Bu süreçte en çok karşılaştığınız zorluklar neler oldu ve izleyicilerin arkeolojiye olan ilgisini artırmak için neler önerirsiniz?

Eşim Prof. Dr. Gül Işın Akdeniz Üniversitesinde arkeoloji hocası olduğundan hem akademik hem de rehber yanımızla anlaşılır sade ve süzülmüş bilgi içeren metinler hazırladık. Daha önce belirttiğim gibi uzun yıllardır rehberlik mesleğini ve arkeolojiyi bir arada götürdüğüm için bu bakımdan önemli zorluklarla karşılaşmadık. Daha çok lojistik anlamda hava şartları, yağmur, gürültü kirliliği ve görsel kirlilik gibi zorluklarla uğraştık.

Kubadabad Sarayı, Selçuklu döneminin en önemli ve en etkileyici yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Bu sarayın keşfi, Anadolu arkeolojisi için ne kadar büyük bir öneme sahip ve kazı çalışmalarında en çok dikkat çeken buluntular nelerdir?

Kubadabad Sarayı, Anadolu Selçuklu dönemi bakımından son derece önemli bir yapıdır. Diğer bir önemi de Milat’tan önce ikinci bin yılında Hititler tarafından yapılmış bir saray kompleksinin tam üzerine inşa edilmiştir. Bunun yanı sıra Selçuklu döneminden günümüze en sağlam şekilde ulaşmış ve Selçuklu sivil mimarisi hakkında bize çok önemli bilgiler vermektedir. Yine diğer önemli bir özelliği de muhteşem ve eşsiz güzellikteki çinileridir ki onlar bugün Konya’da Karatay Müzesi’nde sergilenmektedirler.

Kubadabad Sarayı'na dair yapılan kazılar, Selçuklu mimarisi hakkında hangi yeni bilgiler ortaya koydu? Bu tür yapılar, dönemin kültürel ve toplumsal yapısı hakkında neler söylüyor?

Kubadabad Sarayı üzerine yapılan kazılar, Selçuklu mimarisinin inceliklerini ve özelliklerini ortaya çıkarmaktadır. Sarayın mimari yapısı, Selçuklu sivil mimarisinin ne kadar gelişmiş olduğunu göstermektedir. Özellikle çini süslemelerinin ve yapı tekniklerinin dönemin estetik anlayışını ve teknik becerilerini yansıttığı görülmektedir. Selçuklu mimarisi, Anadolu'da daha önce var olan kültürel ve mimari birikim üzerine inşa edilmiştir. Kubadabad Sarayı’nın, Hititler tarafından yapılmış bir saray kompleksinin tam üzerine kurulmuş olması, kültürel sürekliliğin ve üzerine eklenerek gelişen mimari anlayışın bir göstergesidir. Kubadabad Sarayı'nın keşfi, Selçuklu dönemi mimarisinin yanı sıra toplumun sosyal yapısı hakkında da önemli bilgiler sunmaktadır. Sarayın kullanım amacı, dönemin yönetim biçimi ve saray hayatı hakkında ipuçları vermektedir. Sarayın iç mekan düzenlemeleri ve süslemeleri, dönemin elit tabakasının yaşam tarzını, estetik zevklerini ve sosyal statülerini yansıtmaktadır. Ayrıca, sarayın konumu ve yapısal özellikleri, Selçuklu döneminde Anadolu’da kurulan şehir devletlerinin ve yönetim merkezlerinin işleyişi hakkında bilgi sunmaktadır.