İvriz Öğretmen Okulundan mezun olduktan sonra öğretmen olmak yerine, üniversite sınavında Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu tercih edip gazeteciliğe başlayan Sadık Gökce’yi Konya kültür ve edebiyat çevreleri yakından bilir. Ne iyi etmiş de İstanbul basınında uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olup memleketi Konya’ya dönme kararı vermiş. Tarihe kayıt düşme adına Yenigün bünyesinde Şehrin Hafızası başta olmak üzere özel fasiküller hazırlayan Gökce ile hem medya hem de kültürel çalışmalarını konuştuk.
Ve zaman dünyaya geldiniz? Eğitim hayatınız hakkında bilgi verir misiniz?
Nüfus kâğıdında yazdığına göre 11 Kasım 1964 yılında Çumra’nın Dinlendik Köyünde dünyaya gelmişim. Ben doğduğum yıllarda babam Çumra’ya taşınmış. Doğduğum ve çocukluğumun geçtiği ev iki oda ve bir girişten ibaretti. Sonradan aşağıya evden bağımsız bir mutfak yaptı babamlar. Yaz aylarında oturma ve yemek ihtiyacımızı burada karşılıyorduk. Ayrıca evin ekmek ihtiyacı burada bulunan ocakta pişirilen yufka ve mayalı ekmeği ile gideriliyordu. Yani bu mutfağımız çok amaçlı idi. Bir hayli büyük bir yerdi. Hatta dörtte birini bölmüş buğday ambarı olarak kullanıyorduk.
Ben dâhil, dört kardeştik ve hepimiz aynı odayı paylaşıyorduk. Yere serilen iki yatak bizim gece dinlenme yerimizdi. Yedi yaşına gelince ilkokula kayıt oldum. O zamanlar Çumra’da üç ilkokul vardı. Atatürk İlkokulu, Hürriyet İlkokulu ve Şehit Koçak İlkokulu Bize en yakın olan Atatürk İlkokulu olduğu için buraya kaydımı yaptırdık.
İyi bir öğretmene düşmüştüm. Hayrettin Tongur ismindeki bu öğretmenimiz bizimle ciddi şekilde ilgileniyordu. Sınıfta başarılı öğrenciler arasındaydım sanıyorum. İlkokul son sınıfta iken öğretmenim beni Devlet Parasız Yatılı Okulları Sınavına kaydettirmiş.
Bir gün beni ve sınıftan birkaç kişiyi alarak Cumhuriyet Lisesine sınava götürdü. Bu sınavı kazanmışım. İkinci basamak sınavına Konya Karma Ortaokulunda girdim. Okulların açılma vakti geldiği halde bana sınav sonucu ile ilgili bir bilgi gelmedi. Babam, “Herhalde kazanamadı n diyerek beni 1976 yılında Çumra İmam Hatip Okuluna kaydettirdi. Bu okula on beş gün kadar devam ettim. Sonra yedek listeden İvriz Öğretmen Okulunu kazandığıma dair bir belge geldi eve. Rahmetli babam hangi okulu istiyorsam oraya devam edebileceğimi söyledi.
İVRİZ ÖĞRETMEN OKULUNDA GEÇEN YILLARIM
Bu serbest bırakılma üzerine ben İvriz Öğretmen Okuluna gitmekten yana kullandım tercihimi. Sınav sonuç belgesi ile birlikte gönderilen eşya listesinde olanları aldık. Ancak bir de senet istiyorlardı. Bir hayli yüksek bir meblağ vardı bu senede yazmamız gereken. İki de şahit gerekiyordu. Babam bir şekilde bu işleri halletti ve bir pazar akşamı Çumra istasyonundan trene binerek Ereğli’nin yolunu tuttuk. Ereğli’ye varınca okulun ilçe merkezinden uzakta olduğunu ve minibüsle gidebileceğimizi öğrendik. Durağı bulup minibüse bindik ve okula doğru yola revan olduk. Bir süre yol aldıktan sonra şehrin son evleri de arkamızda kaldı. Biz dağlara doğru yolumuza devam ediyorduk. İlk defa içime bir korku düştü. Çünkü hayatımda ilk defa masallarda okuduğum ve çok uzaktan seyrettiğim Karadağ ve Hacıbaba Dağından sonra yakından bir dağ görecektim. Hatta bırakın yakından görmeyi, resmen dağa tırmanıyorduk.
Nihayet bir dağın eteğinde veya belinde yer alan okulumuza ulaştık. Burada yüzlerce çocuk vardı benim gibi… Bir de ben eklenmiştim aralarına. Babam o gün öğleye kadar kayıt işini bitirdi ve öğleden sonra bana bir miktar harçlık bırakıp trenle Çumra’ya dönmek için Ereğli’ye gitti. İlk defa ailemden ayrılıyordum ama benim gibi yeni gelmiş arkadaşlarla çabuk kaynaştığımız için ilk önce bunun zorluğunu fark etmedim. Akşamüzeri etüde girdik, ardından akşam yemeği ve tekrar etüt… Bu ara bu etüt kelimesini ilk defa duyuyorum!
Yatma saati geldi yatakhanenin kapısı açıldı ve biz koğuşlarımıza çekildik. Herkes gece bakımını yapıp yatağına girdi. Nöbetçi öğrenci yoklamayı aldıktan sonra ışıklar kapatıldı. Önce sessiz bir ortam oluştu ardından tek tük hıçkırık ve ağlama sesleri gelmeye başladı. İşte o zaman anladım aileden ayrılmanın ne olduğunu.
Tabi günler geçtikçe arkadaşlıklar gelişti, herkes birbirine destek olmaya başladı. Okulda güzel bir sistem oturmuştu. Resmen okulu öğrenciler idare ediyordu. Birinci ve ikinci sınıflar yemekhane nöbeti tutuyordu sıra ile. Masaların silinmesi, yemekhanenin yıkanması, tabakların ve bardakların hazırlanması gibi işler bu nöbetçilerin üzerinde idi. Revir nöbetçimiz oluyordu. Sanıyorum bu nöbeti beşinci sınıflar tutuyordu. Kooperatif nöbetçisi vardı. Bu nöbetçinin görevi öğrencilere marka satmaktı. Okul kantininde ve çay ocağında para geçmiyor marka kullanıyorduk. Yılsonunda kâr zarar hesabı yapılıyor kar edilmişse (ki mutlaka ediliyordu) sermaye artırımı yapıldıktan sonra kalanı öğrenciler arasında pay ediliyordu.
Bir de son sınıflardan, yani altıncı sınıflardan Okul Başkanı oluyordu. Bütün nöbetçiler bu başkana bağlı idi. Nöbet süreleri bir hafta idi ve herkes nöbet tutuyordu.
Burada küçük bir devlette yaşayıp demokrasinin uygulandığı bir ülkede yaşıyormuşuz gibi bir hayatımız oldu. Benim kişiliğim ve karakterim büyük ölçüde İvriz Öğretmen Lisesinde geçirdiğim altı yılda oluştu dersem abartmamış olurum.
Gazeteciliğe ilginiz nasıl başladı ve hangi basın kuruluşlarında ne görevler yaptınız?
1982 yılında üniversite sınavlarına katıldım. İki aşamalı yapılan sınavlarda başarılı oldum. Yanılmıyorsam yüzde altılık dilime girmiştim. O sıralar televizyonda DOKUZ SÜTUNA MANŞET adlı bir dizi oynuyordu. Hangi kanalda olduğunu sorarsanız çok iyi hatırlıyorum kanalı. TRT-1’de idi. (Çünkü o zamanlar başka kanal yoktu) Sınav sonucunu köyde saman yapmak için sap çekerken öğrendim. Benimle sınava giren bir köylüm gazete almıştı. O zamanlar sınav sonuçları gazetelerde yayınlanıyordu. Ben buradan Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu kazandığımı öğrendim. Marmara Üniversitesinin bu isimle aldığı ilk öğrenciler bizlerdik. Daha önce İTİA adı altında eğitim veren okul Marmara Üniversitesi olmuştu.
Burada dört yıl eğitim gördükten sonra 1986 yılında mezun oldum. Stajımı Bulvar Gazetesinde yaptım. Daha sonra da bu gazetede çalıştım askere gidinceye kadar. 1987 yılının aralık ayında Eğirdir Dağ Komando Okulunda askerlik görevim başladı. Sonra kurada Bolu Komando Tugayını çektim. Göreve başlamam gereken tabur Güney Doğu Bölgesinde görevde olduğu için ben de Siirt’e gittim. Buradan sonra olaylı bir yolculuk sonrası dağıtım noktasına ulaştık. Sonra helikopterlerle görev bölgelerimize ulaştırıldık. (Bu konuyu tam anlatmaya kalksam birkaç sayfa sürer. Bu yüzden kısaca burada bitiriyorum.)
Askerliğim 1989 mart ayı sonunda bitti ve tezkeremi aldım. Nisan ayının sonlarına doğru İstanbul’a gittiğimde, birlikte çalıştığım arkadaşlardan büyük kısmının Türkiye Gazetesine geçtiğini gördüm. Ben de tekrar Bulvar Gazetesinde işe başlamak yerine iş için Türkiye Gazetesine müracaat ettim ve mayıs ayı sonu itibari ile işe başladım. 2008 yılında emekli oluncaya kadar Türkiye Gazetesinde çalıştım. Haziran ayı sonu itibari ile işten ayrılıp Konya’ya döndüm ve o günden bu yana Konya’da yaşıyorum.
Emekli olduktan sonra Konya’ya döndünüz ve yerel gazetelerde de görev aldınız. Yaygın medya ile yerel medyanın çalışma şartları, imkânlarını mukayese edebilir misiniz?
Konya’ya döndükten sonra bir süre kendime dinlenmek için zaman ayırdım. Yavaş yavaş sıkılmaya başlayınca bir şeyler yapma ihtiyacı duydum. Tek bildiğim iş gazetecilikti. Bir gün yürüme yolum üzerinde olan Merhaba Gazetesine uğradım ve Mustafa Arslan ile görüştüm. Bu görüşme sırasında yazmak istediğimi söyledim. Mustafa Arslan ile önceden tanışmıyorduk. Ama benim isteğimi makul karşıladı ve bana bir köşe ayırma nezaketinde bulundu. Önce siyasi ve sosyal konularda haftada bir gün yazmaya başladım. Sonra buna spor yazılarını da ekleyip haftada iki gün yazmaya başladım.
Bu dönemde şunu gördüm ki biz İstanbul basını olarak çok rahat bir ortamda çalışıyormuşuz. Konya basını ciddi ekonomik sıkıntı içinde idi ama kendisinden çok şey bekleniyordu.
Bu kıt imkânlarla üretmek zordu ve burada bulunan meslektaşlarım bu zor durumun altından yüzlerinin akı ile çıkmayı başarıyorlardı.
Merhaba Gazetesinde dört yıl kadar yazmaya devam ettim. Bu arada Ramazan sayfası da hazırlamaya başladım. Yanılmıyorsam iki yıl hazırladım Ramazan sayfasını. Gezi yazıları da hazırladım bu dönemde. Hatta 2009 yılı Mahalli Seçimler sırasında Kanal 42’de bir ay her gün Akşama Doğru programını sundum canlı olarak. Ama televizyon beni açmadı. Benim işim gazetecilikti ve bundan zevk alıyordum. Bu yüzden televizyon işine devam etmedim.
2013 yılı sonunda Mustafa Arslan Merhaba Gazetesi’nden ayrılıp Yenigün Gazetesi’nin başına geçince bana birlikte çalışmayı teklif etti. Bu teklif üzerine Yenigün Gazetesi’ne geçtim. Burada üç yıl Yayın Danışmanı olarak görev yaptım.
Bu arada eşim Anuş Gökce ile her hafta Kültür Sanat Sayfası hazırlamaya başladık. Tam olarak bilmiyorum ama sanıyorum Konya’da tam sayfa olarak ilk Kültür Sanat Sayfasını biz hazırladık.
Araştırma ve gezi yazıları da hazırlıyor ve haftada bir sayfa yayınlıyorduk. Yani köşe yazılarımız hariç haftada üç tam sayfa da kültür ve sanat üzerine sayfa hazırlıyorduk.
DEVAM EDECEK
**
Gazeteci yazar Sadık Gökce, sohbetimizin ikinci bölümünde Konya kültürüne dair çalışma ve tespitlerini anlattı.
KÜLTÜR MİLLETLERİN HAFIZASIDIR
2
Konya’da aile olarak, kültürel faaliyetlere yüksek düzeyde ilgi gösterdiğinizi biliyoruz. Kültürel Sivil Toplum Kuruluşlarında görev alıp, faaliyetlerini yakından takip ediyorsunuz. Ayrıca Yenigün gazetesinde düzenli olarak Şehrin Hafızası ekini hazırlıyorsunuz. Şehrin Hafızası nasıl vücuda geldi ve devamlılığı sağlamayı nasıl başardınız?
Kültür ve Sanat yazıları hazırlarken bunu ilave şeklinde yayınlamanın güzel olacağını düşündüm. Önce bunu hangi isim altında yayınlamam gerektiğini düşündüm. İddialı bir isim bulmalıydım. İsim hem iddialı hem de yaşadığım şehri kucaklamalı idi.
Ben kültürün milletlerin hafızası olduğunu düşünür ve hafızası yoğun ve aktarılmaya hazır bilgilerle dolu olan milletlerin geleceklerine daha emin adımlarla yürüyeceklerine inanırım. Öyleyse çıkaracağım ilave hafıza ile ilgili olmalıydı. Şehrin hafızasına katkıda bulunacağımıza göre en anlamlı isim ŞEHRİN HAFIZASI olabilirdi. İsim hoşuma gitti. Nihayetinde ilaveyi hazırlamaktaki amacımız okuyucuda bir hafıza oluşturmaktı. Sıra hafızaya kazınacak bir logo hazırlamaya gelmişti. Bunu da Şehrimizin markası olan Mevlâna Hazretlerinden seçmeli idim ve öyle yaptım. Hafızanın “h” harfini yeşil kubbe, minare ve bir Mevlevi’den oluşturdum.
Gelen yazıları sayfalara koymadan önce okuyorum. Bu okuma işlemi bana mutluluk veriyor. Her sayıda yeni bilgiler koyuyorum dağarcığıma. Öğrenmek ve birilerinin öğrenmesine aracılık etmek bana büyük bir haz veriyor. Seviyorum bu işi… Şu anda yedinci cildi oluşturacak sayıları hazırlayıp yayınlıyoruz. Nasip olursa ve yaptığımız iş bizi tatmin etmeye devam ederse bu işe devam etmeyi düşünüyoruz.
Şehrin Hafızasında konu tayinini basıl yapıyorsunuz ve neleri hafızaya dâhil ettiniz?
Konuları belirlerken önce Anuş Hanımla bir istişare yapıyoruz. İlavenin çıkacağı hafta veya ayda Konya’da, ülkemizde veya Türk Dünyasında hangi önemli edebi ve kültürel olaylar gerçekleşmiş. Böyle bir şey yoksa unutulan hangi hasletlerimiz veya edebi eserimiz var. Bunların hangisini öncelikle ele almalıyız… gibi konuları tartışıyoruz. Seçtiğimiz konuyu kimin yazabileceği konusunu görüşüyoruz. Sonra belirlediğimiz hocamızı arayıp konuyu söyleyip bize bu konuda bir yazı verirse memnun olacağımızı söylüyoruz. Sağ olsunlar hocalarımız bizi kırmıyor. İstediğimiz yazıyı bize gönderiyorlar.
Yani Konya’ya, kültürümüze, sanatımıza ve Türk gelenek ve göreneklerine gönül vermiş hocalarımızın hiçbir ücret istemeden yardım etmeleri bizi motive ediyor. Onların emeklerini boşa çıkarmamak için gayret sarf ediyoruz. İnşallah bunu başarıyoruzdur.
Memleketiniz Çumra’ya yönelik kültürel ve sanatsal faaliyetlere de özel bir önem veriyorsunuz.
Çumra benim için özel… Çünkü doğup ilk adımlarımı attığım yer. İlk arkadaşlarım Çumra’da oldu. İlk hatıralarımı Çumra’da biriktirdim. Hayatımın planlamasını Çumra’da yaptım. Evet, bugünün planlamasını ta ilkokul yıllarımda Çumra’da yaptım. İddialı bir söz ama doğru.
İlkokul birinci sınıftan itibaren okumayı seven birisi idim. Daha ilkokul yıllarımda Kemalettin Tuğcu’nun bütün kitaplarını okumuştum. Teksas ve Tommiks dışında Tarkan, Tolga, Karaoğlan ve Kara Murat gibi çizgi kitapları takip ederdim. Hatta hiç unutmuyorum; ilkokul son sınıfta idim yanılmıyorsam… Kahvede garsonluk yapmaya başlamıştım. Hak ettiğim ilk haftalık ile seyyar satıcı bir kitapçıdan “Kur’an-ı Kerim’den Peygamber Kıssaları” isimli bir kitap almıştım.
Bundan dört yıl kadar önce üç dört arkadaş Çumralının iyi para kazandığını ama ilçemizde hiç kültür sanat faaliyeti olmadığı hususunda konuşurken bir topluluk kurup dergi çıkarmayı düşündük. Kısa süre içerisinde bu düşüncemizi hayata geçirdik. Böylece Çumra’ya ve Çumralıya olan borcumu ödeyebileceğimi düşündüm.
Çumra’ya dair de fasiküller hazırlıyorsunuz, bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Evet, dört yıl önce Çumra Kültür ve Sanat Topluluğunu kurduk. Topluluk olarak bazı faaliyetler yapma kararı aldık. İlave çıkarma işini ben üzerime aldım. Çünkü yazmayı ve bir şeyler üretmeyi seviyorum. Bu sevgim her zaman bana bir şeyler üretme gücü veriyor.
9 BİN YILLIK DELİKANLI ÇUMRA İLAVEMİZDE yalnız Çumralı olanlar veya Çumra’da oturanlar yazıyor. Bu konuda olmazsa olmazımız bu… Çünkü ilçemizde olup da yazmak isteyen ancak bu fırsatı bulamayanlara bir alan açmak istedik. Bu konuda kararlı ve emin adımlarla yürüyoruz. Üç cildimiz bitti, dördüncü cildimizin son sayılarını çıkarıyoruz. Yazı istediklerimizden özellikle Çumra ile ilgili çocukluk anılarını yazmalarını istiyoruz. Böylece bu yazılar sayesinde bundan elli altmış yıl önceki Çumra’nın fotoğrafını çekme şansı buluyoruz. Geçmiş dönemlerde ilçemizdeki hayat ve kültür konusunda bilgiye ulaşıyoruz. Kısaca bir Çumra Kültürü ansiklopedisi hazırlıyoruz. Ama bunu başka yollardan ve başka isim altında yapıyoruz.
Bir adet Yaşayan Çumralı Şairler Antolojisi hazırladık. Bu kitapta otuzun üzerinde şairimizin şiirine yer verdik. Bir ilkti bu. İnşallah bunun ikincisini ve sonrasını da hazırlamak nasip olur.
Çumra’mızın gözdesi ve değeri Çatalhöyük için de bir kitap hazırladık. Ciddi bir çalışma oldu. Sanıyorum Çatalhöyük için hazırlanan ilk kitap olma özelliğini taşıyor bizim hazırladığımız bu kitap. Yine Çumra Belediyesi ile birlikte bir sempozyum düzenledik. Belki çok büyük bir katkımız olmadı ama çalışmanın başından sonuna kadar paydaş olduk
Konya’nın kültür ve sanat faaliyetlerinde artıları ve eksilerine dair tespitleriniz var mı, bizimle paylaşır mısınız?
Konya bir başkent. Büyük bir kültüre sahip. Bu konuda faaliyet gösteren birçok dernek ve kuruluş var. Bu dernek ve kuruluşlar Konya Kültürüne destek olabilmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Benim gibi Konya ve Türk Kültürüne hizmet etmek için münferit olarak çalışanlar da var. Konya basını bu konuda elinden gelen desteği vermeye çalışıyor bu kimselere. En azından sayfalarını açıp burada yazmalarını sağlıyor.
Mesela Yenigün Gazetesi sahibi Mustafa Arslan… Benim çalışmalarımın yayınlanmasında hiçbir destekten kaçınmadı. Gazetesinin sayfalarını sonuna kadar bana açtı. Hatta ayda üç kez hazırladığım ilaveleri bedelsiz basıp okuyucuya ulaştırdı. Bu konuda Mustafa Arslan’a müteşekkirim.
Ancak basının gücü de bir yere kadar. Mahalli idareler ve yöneticiler bu tür yayınları desteklemeli ve gazetelere en azından ilan vererek destek olmalılar. Tabii gönül ister ki bu ilave ve sayfalara sponsor olsunlar. Hatta şehrimizin büyük firmaları da ellerini taşın altına sokup bu konuda gazetelere ve kültür sanat çalışmalarına destek olmalılar.
Konya’mızda bir sanat galerisi olmaması üzücü… Resim sergileri için uygun mekânlar yok. Heykel sergilerinden bahsetmek bile istemiyorum. Konya Kültürünün sergilendiği bir müzeye sahip değil şehrimiz. Şöyle albenisi olan bir arkeoloji ve etnografya müzemiz bile yok. Şimdi bazıları buna karşı çıkıp Muhacir Pazarı civarındaki müzeleri işaret edecek bana. Bunlara Gazi Antep, Tokat, Afyon gibi şehirlerimizde bulunan müze binalarını gidip bir görün diyorum.
Epey zamandır bu kadar tafsilatlı sohbet edememiştik. Teşekkür ederim.
Bana bunları dile getirme imkânı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.