Zekât, Müslümanlara farz. Zekât verebilmenin şartlarına sahip olan Müslümanların zekât verebilecekleri sekiz grup da belli.
Zekât verme yılda bir olup zamanı kişiden kişiye göre değişse de Türkiye’deki genel uygulama Ramazan ayında zekâtların verilmesi şeklinde. Dolayısıyla Ramazan Ayı oruç ayı olmakla birlikte, genelde zekâtın da verildiği ay.
ZEKÂTIN MANEVÎ, MADDÎ VE SOSYAL İŞLEVLERİ VAR.
Zekâtın manevî işlevi dendiğinde “arınma” akla geliyor. Zekât veren, cimrilikten arınabiliyor. Zekât vermekle mala köle olma ihtirası, kalpteki muhtemel katılık, kendini üstün görme, bencillik, tamah ve dünyaya karşı aşırı düşkünlük gibi düşüncelerden ve tavırlardan temizlenme mümkün olabiliyor.
Zekâtın aynı zamanda şükür ile de ilgili; zekât bedenî ve mâli ibadetlerin şükrü. Zenginin zekât vermesi, zenginliğini verenin Allah olduğunu hatırlaması demek.
Zekâtın manevî işlevi muhtaç ile zengin arasındaki ilişki biçimine de olumlu katkı anlamına geliyor. Çünkü zekât, zenginler ile muhtaçlar arasındaki muhtemel buğzun (içten düşmanlık), kinin ve nefretin kalkması için manevî bir temizleyici özelliğe sahip.
Bu durum, aynı zamanda zekâtın sosyal işlevine de denk geliyor. Çünkü zekâtın sosyal düzeni sağlamada katkısı olabiliyor. Zekât, toplumun huzurunu, asayişini ve düzenini sıkıntıya sokabilen potansiyel sorunların önüne geçme imkânı veriyor.
Bu yönüyle zekâtın, aynı zamanda, Müslümanlar arasında sosyal dayanışma ve sosyal güvenlik sağlayıcı özelliği de var. Yani toplum içinde oluşabilecek sıkıntılı/riskli durumlarda veya felaketlerde zekât bir güvence olarak işlev görebiliyor.
Bir de zekâtın, gelir dağılımı adaletini sağlama özelliği mevcut. İslam, gelirin belirli kesimlerin elinde toplanmasını kabul etmeyip, geniş halk kitleleri arasında adil bir dağılımını şart koşuyor. Bununla bazı zenginlerin büyük servetler biriktirip toplumun geri kalanını ezmesine mâni olmak istiyor.
Zekâtın dengeleyici yönü aynı zamanda maddî (ekonomik) işlevi ile de ilgili. Zekât, kişiyi ticarî ahlâk açısından eğitmekte. Kişi zekât vermekle, kendi kötü arzularına ve maddeye esir olmaktan kurtulabilmekte, diğer maddi/mâli yükümlülüklerde de dürüst, doğru ve adil davranma alışkanlıkları kazanmış olmakta.
Bunun yanında zekât, piyasayı canlandırabiliyor. Çünkü zekât ile alım gücü artmakta. Mal talebi ve dolayısıyla üretim ve yatırım yükselmekte. Bu da piyasanın hareketlenmesi ve zekât alanların yanında zekât verenlerin de istifade etmesi demek. Zekâtın, özellikle zekât işinde çalışanları istihdam edici yanı da düşünüldüğünde piyasaya katkısı daha fazla.
ZEKÂTIN BU İŞLEVLERİNİN İSLAM DÜNYASINDAKİ KARŞILIĞI ÖNEMLİ BİR MESELE.
2015 ve 2016 yılındaki tahminlere göre, dünyadaki zekât potansiyeli 200 milyar ile 1 trilyon Amerikan doları arasında. 2019 yılındaki zekât potansiyeli için de benzer/yakın tahminler söz konusu. Örneğin 2019 yılında Suudi Arabistan 64.1 milyar dolar zekât potansiyeli ile ilk sırada. Endonezya 33.8 milyar dolar, Türkiye 31.3 milyar dolar, Malezya 15.9 milyar dolar ve Nijerya 11.8 milyar dolar ile ilk beş sıradaki ülkeler.
Ancak potansiyeller ile fiili durum örtüşmemekte. 2019 yılında dünya genelinde verilen zekât tahminen sadece 76 milyar dolar. Türkiye, potansiyeli fiiliyata geçirme açısından birinci ülke. Türkiye’de verilen zekât tahminen 4.7 milyar dolar. Suudi Arabistan 4 milyar dolar, Bangladeş 1.4 milyar dolar, Malezya 600 milyon dolar ve Mısır 320 milyon dolar ile fiili zekât verme açısından ilk beşteki ülkeler.
Türkiye’de herhangi bir resmi zekât kurumu olmamasına rağmen, fiiliyatta diğer Müslüman ülkelere göre zekâtın (özellikle Ramazan Ayı’nda) daha fazla işlediği görülmekte. Bu işleyiş, zekât verme yükümlülüğü olan kişilerin kendi özel çabaları ile olmakta, zekâtlar devlet tarafından toplanmamakta.
Öte yandan, dünyadaki zekât uygulamaları üç şekilde; i) STK’ların gönüllülük sistemi ile, ii) devletin ilgili bakanlığının uhdesinde gönüllü zeminde işleyen sistemler ile ve iii) devlet otoritesinin yasalar ile ödenmesini zorunlu kıldığı zekât sistemi ile.
Devlet düzeyinde zekâtın toplanıp dağıtıldığı mekanizma, çoğu Müslüman ülkede bulunmamakta. Sadece 16 İslam ülkesinde zekât ile ilgili bir yasal düzenleme (kanun) var. Bunların bir kısmı zorunlu bir kısmı da gönüllü toplanan devlet zekât kurumları.
Türkiye’deki zekâtın işleyişi ise bireysel ve STK’lar aracılığıyla gönüllü zeminde. Bu gönüllü zemini muhafaza etmek ve yine gönüllü olarak bir devlet mekanizması haline getirmeyi düşünmek gerekmekte. Zira Türkiye’deki potansiyelin yüksekliği ve fiiliyatta İslam dünyası içindeki öncülüğünü pekiştirmek adına böyle bir çaba değerli.
Zekâtın potansiyel ve fiili rakamları söz konusu olduğunda, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçesine bakılabilir. Zira Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki desteklerin bir kısmı zekât verilebilen sekiz grupla örtüşmekte. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2025 yılı için öngörülen bütçesi yaklaşık 11 milyar dolar. Bu bütçenin (zekâtla örtüşen yönü olan) “yoksullukla mücadele ve sosyal yardımlaşma” programına ayrılan miktarı yaklaşık 6 milyar dolar.
Eğer devlet uhdesinde gönüllülüğe dayalı “Türkiye Zekât Kurumu” olsa sadece Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yoksullukla mücadelesi baştan aşağı bambaşka bir hal alır. İşin merkezinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın da sürecin önemli bir parçası olduğu “Türkiye Zekât Kurumu”nu enine boyuna düşünülerek devreye sokmanın zamanı geldi.
Bu hususta bir çaba olmuş ama akamete uğramıştı.
Ramazan’ın bereketi ile yeniden ha gayret…
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7